

Kolaya alışarak,
Beklemeyi unutarak…
Annemle sohbet ederken farkında olduğum bu yaşam biçiminin içinden, daha da farkına vardıklarım oldu.
Nasıl da köreldiğimizi, yaşama sevincimizi törpülediğimizi iliklerime dek hissettim!
Oysa “kör bir kuyuda umut ışığıdır yaşamak.”
(Bir Masaldır Yaşamak Şarkı sözü)
İşte o kör kuyulara yolculuk etti zihnimiz, sözlerimiz.
Çok eskilere gittik konuşurken, benim çocukluğumdan bahsederken annemin çocukluğu ezdi geçti yüreğimi. Ben ne yaşamışım ki dedim!!!
Lakin burası drama yönü gibi görünse de bahsedeceğim konu tam aksine.
Zor ama güzel, zor ama öğretici, zor ama tertemiz…
Hiç bir şeye kolay ulaşılamadığı için;
beklemeyi öğretiyor ve beklenen geldiğinde kıymeti biliniyor hem öyle böyle değil o günün heyecanı kelimelere bile dökülemiyor.
Anneme;
“Aklıma bayram sabahları geldi, kıyafetlerimi kanepe üzerine dizerdim ütüsü bozulmasın diye…
Yeni ayakkabımı kapı önüne koyamazdım o gece.” dedim…
Güldü, sohbete devam ettik;
“Peki dedi, misafir gelsin diye dua etmek nedir.”
Misafirperver olduğunu bilirim annemin, çok sever gelene hizmet etmeyi ve hep her gelen kişiye sofra kurar mutlaka, bizi de sıkı sıkı tembihlerdi, sakın ha sormayın bile utanır diyemez, hiç bişi yoksa kapınızdan girene çay, zeytin, ekmek ikram edin derdi.
Bunun bir sebebi varmış elbet, ha milli bir kültürümüz bu ama demekki her kültürün derin bir mazisi var hayatımızda!
Misafiri beklerlermiş ki, gelsinler onlarla beraber sofraya nadir gelen yiyeceklerden içeceklerden bizde yiyebilelim diye. Çok sık alınamayan gıdaları misafire ikram ederken bize de düşsün diye…
Devam etti annem;
“Çok heycanlanırdık karanlık dağ yolunda ışık görünce, bir ses bir uğultu kulağımıza geldiğinde. Haberleşme yoktu o zamanlar tabi, ışık ses gözlerdik akşam olunca.” dedi.
Ne tuhaf dimi, belki bir iki yiyecek için misafir beklenirdi, belki bir fistan için günlerce çalışırlardı…
Bulunmuyormuş da her yerde, her şey.
Ulaşım zor, şartlar zor.
Çok zor evet ama o duyguların yüceliği, heyecanı, sıcaklığı, samimiyeti yok şimdi. Her şeye çok kolay ulaşıyoruz, kıymetini bilmiyoruz hatta çok kısa sürede bıkıyoruz..
Sahi bıkıyoruz dedim de, biz artık bir insandan, bir yürekten bile çok çabuk bıkıyoruz, yok sayıyoruz, hiç yokmuş, olmamış gibi davranıyoruz.
Sanırım,
Kolaya alışarak,
Beklemeyi unutarak,
Hemen, anında ulaşarak,
Çoğu duyguyu yitirdik.
Aşk gibi güçlü bir his dahi kanıksandı. Hiç bir önemi kalmadı, yüreğin yüreğe değmesi anlamsızlaştı.
Aslında böyle olmayabilirdi,
Çok uzak olan maddesel varlıklara yakınlaştıkça,
Bunca güzel, içten, samimi maneviyattan, duygulardan uzaklaşmak da neden, niçin, niye???
Nasıl bu kadar hissizleştik biz?
Elif ACAR
İnstagram: elifacar_e
Her zaman ki gibi yüreklere dokunmuşsunuz….